Yıllarca etrafımızdaki birçok olaydan bihaber yaşıyoruz,
yaşlanıyoruz. Düşünmeden, sorgulamadan, durmadan, duraksamadan, hedefe
odaklı yürüyor hatta koşuyoruz. Bu koşu sırasında geride
bıraktıklarımızın farkına var(a)mıyoruz. Herkesin kendi maratonu,
herkesin kendi şampiyonluğu ve hedefi doğrultusunda kendi rakipleri var.
O rakipler ki; zaman zaman biz takılıp düştüğümüzde elimizden tutup
bizi kaldırmayan, tek amaçları bizi geçmek olan kişiler. Bazen ise
bizler arkamızda/yanımızda yarıda bırakmak zorunda kalanları
görmüyoruz/göremiyoruz, durmadan duraksamadan at gözlüklerimizle
‘insancık’ olma yolunda koşuyoruz. Duygularımız bizi ‘insan’ yapan,
diğer canlılardan ayıran hatta belki o duygular bizlerin düşünmesini
sağlayan. O düşünceler ki hayata yön veren. Bunca önemli bir kavram için
bizler nasıl böyle umursamaz olabilir, nasıl bu en önemli kavram
–duygular- olmadan yaşayabilir hatta yaşayabiliyoruz?

Zaman, her
şeyin ilacı; yalnızca duyguların hastalığı. Duygularımız zamanla
iyileşmez; aksine daha da körelir, kullanılmadıkça yok olmaya yüz
tutarlar. Bir kitap gibi raftan indirip tozunu aldığında yeniden
okuyamazsın, içindeki tozlar okunmasına izin vermez; boğazın gıcıklanır,
gözlerine tozlar kaçar, gözlerini açamaz okuyamazsın. Duygu yoluna
nasıl ulaşacağını bilemezsin zaman geçtikçe, ormanda o kadar
ilerlemişsindir ki geçen onca zamanda arkanda bıraktığın izlerin üstü
çoktan kapanmıştır. Bunca zaman içinde kaybolup gitmiş, arayıp
bulamadığımız hatta belki de varlığını dahi hatırlamadığımız kaç
duygumuz var sizce?
Duygular; hayatın temeli, hayatın amacı.
Hepimiz bu duygular için yaşamıyor muyuz? Ailemizden ‘aferin’ alıp mutlu
olmak için uslu durmadık mı yıllarca? Öğretmenlerimizi sevdiğimizden
saygıda kusur ettik mi hiç? Peki şimdi ne oldu? Geçen zaman içinde yanı
başımızdaki insanı umursamayacak kadar ne değişti hayatlarımızda?
Hangimiz duygularının farkında? Hatta hangimiz yaptığı şeyden hissettiği
duygunun farkında? Cevap: Çok azımız, belki 5 parmaktan azımız.

Bizler;
olayları, kişileri, kurumları yaşamadan yaşamış gibi yapıp zaman
geçiriyoruz yalnızca. Düşünmüyoruz duygularımız üzerine, düşünmüyoruz
sebeplerimiz üzerine. Duygularımızın farkında varırsak; yapmak zorunda
olduklarımızı yapamamaktan mı korkuyoruz dersiniz? Duygusunu
bilmediğimiz, duygumuzu katmadığımız her şeyden çabuk sıkılıyor,
bunalıyor, depresyonlara girip çıkıyoruz; tatmin olmuyoruz asla.
Şimdi
bir düşünün gününüzün çoğunu harcadığınız şey size ne hissettiriyor…
Okulunuz ne hissettiriyor mesela? İşiniz/stajınız/müdürünüz/okul
arkadaşlarınız/projeniz/gittiğiniz mekanlar … Bu düşüncelerin cevabını
verebileceğiniz zaman gerçekten yaşayan biri olacaksınız. Duygularınız
ve düşüncelerinizle, benliğinizde hayata katkıda bulunacak, ayaklarınızı
dimdik yere basacaksınız. Hayatınızdaki yaşama kavramını anlayacak,
zamanınızı değerlendirecek, işinizden tatmin olacaksınız. Daha az
depresyona girip, daha az tatil için çalışacaksınız belki.
Eğer
siz de duygularınıza doğru derin bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız,
kağıt kaleminizi hazırlayın. Gününüzün veya hayatınızın çoğunluğunda yer
alan kişi/olay/kurumları maddeler halinde yazın ve karşısına size
hissettirdiği duyguyu yazın. Bazen tam karlışığını bulamayabilirsiniz;
bu durumda şifreler kullanabilir veya tanımlamaya çalışabilirsiniz.
Bundan sonrasında da bu duygularımızı hep düşünelim ve başlayacağımız
her yeni şeyde sizdeki duygu karşığı ile eşleştirelim. Eğer duygunun
yarattığı sonuç olumluysa, asla vazgeçmeyin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder