Finallerden,
projelerden, sorumluluklardan çok sıkıldığım bir dönemde aslında kendime
yapacağım en büyük kötülüğü yaptığımı fark ettim, kendimden vaz geçecek kadar
başka şeylere yoğunlaşmış ve zamanımın çoğunu böyle şeylerle harcıyordum. İnsanın hayatında benliğinden daha önemli,
zevklerine ayıracak vakitten daha değerli ne gibi işler olabilir ki ?
Tüm bu soruları
sorarken kendime küçük bir tatil hediye etme kararı aldım, bu dönemki üstüm
çabalarım için. Sıra gideceğim yere karar vermekteydi. Perşembe, cuma ,
cumartesi ve pazar günlerim vardı ama bunların hepsini tatile ayıracak kadar
şanslı değildim, o yüzden gideceğim yerin yakın ama sessiz sakin, kendi kendime
kalacağım bir yer olması gerekiyordu .

Rezervasyonu
yaptırır yaptırmaz tabii ki arkadaşlarıma söyledim; kimi ‘Deli misin?!’ dedi,
kimi ise ‘ sen gerçekten delisin!’. Oysa ben ‘ne deli ne de akıllıydım’ sadece
kendime değer veren, benliğimle birlikte yaşayan, ruhuyla hisseden biriydim.
Sıra geldi
gideceğim güneJ
Bir bavul
hazırlamadım, sırt çantama kitabımı, yazılarımı yazacağım defterimi ve tabii
dolmakalemimi doldurdum ve çıktım yola! Feribotla adalara gelene kadar uyudum,
heyecanımı bastırmanın en iyi yolu buydu çünkü. Büyükada’ ya iner inmez
otelimin arayışına başladım, ilk denemede bulamadım, şarjım ise çoktan
bitmişti. Starbucks’ a girdim, sabah kahvaltımı yaptım ve telefonum açılınca
otele haritadan bakıp buldum. Tabii bu
arada vapurdan indikten sonra hemen kendime bir selfie çubuğu aldım, artık
yalnız gezmek daha da kolay J
Otel odam çok
büyük değildi hatta küçük bile, camından zar zor deniz görünüyordu ancak bana
lazım olan manzara değil sessizlikti ve buna fazlasıyla sahipti. Eşyalarımı
bıraktıktan sonra biraz kitap okudum, o ana kadar olan maceralarımı size daha
önceki yazılarımda bahsettiğim defterime yazdım. Sonra etrafı keşfe çıktım,
Büyükada’ ya daha önce gelmiştim ama hiç yalnız olmadığım için fazlasıyla heyecanlıydım.
Kulaklığımı taktım, müziğin sesini açtım ve kendimi adanın, yolun, müziğin
akışına bıraktım. Ara yolları keşfettim, manzara resimleri çektim, uzaktan bir
gözle İstanbul’daki hayatıma baktım, irdeledim, düşündüm. Yukarı doğru tırmanan
merdivenlerden çıkarken bir kadınla tanıştım-kendisi Boğaziçi Üniversitesinde
spor bölümü akademisyenlerindenmiş- Yepyeni birine kendimi, hayatımı,
hayallerimi anlatmanın ve başka birinin hayatını paylaşmanın eşsiz mutluluğunu
yaşadım. Tabi tüm bu arada yürüyor olmamız ise paha biçilemez güzellikteydi.
Yollarımız ayrılırken teşekkür ettik ve farklı yönlere devam ettik. Hafif tempo
koşuya başladım bir süre öyle devam ettim ve yolum bir müze ile kesişti. Müzeyi
keşif için içeri girdim, içeride adaların hikayeleri, orada yaşayan
sanatçıların eserleri, adaların asırlık dönüşümleri, değişimleri anlatılıyordu.
–Çarşamba günleri halk günüymüş- Müzeden çıktıktan sonra hızlı tempo yürümeye
başladım ve yemek yiyeceğim yere kadar devam ettim. Ne yemek istediğimi
bilmeden sahildeki bir restorana oturdum. Yemeğim geldi, yemeğin kenarındaki
patateslerin altında bir ölü sinek vardı-zaten yemeyecektim fazlasıyla kötü
görünüyordu- Hesabı isterken garsona uygun bir dille, sinek olduğunu ancak
benim için sorun olmadığını, başka müşteriler için dikkat etmeleri gerektiğini
söyledim. Garson da teşekkür etti sonra da ılımlı tepkimden cesaret alıp
hesabımı şişirip getirdi. O kadar keyifliydim ki buna bile tepki vermedim.
Bazen etrafımızdaki insanlar bizi salak yerine koyduklarında mutlu olur bu işten
haz alırlar; eğer bu durum size ekstra bir zarar vermiyorsa bırakın hazlarını
alsınlar.
Keyif yemeğim
bittikten sonra elbette ki kendime atıştırmalıklar aldım ve odama geri döndüm. Odama
döndüğümde yazmaya ve okumaya devam ettim hatta odamdaki 40 inç’ lik televizyonda
bir program izledim. Mutfağa çıkıp otel
sahibi kadın ile sohbet ettim, birlikte kahve içtik ve hatta kahvemi kapatıp
bana fal baktı. Tüm bunları yaparken telefonum bir kenardaydı, onu elbette
kapatamadım ama benim için bir amaç değil araçtı. Odaya geri döndüğümde saat
oldukça geç olmuştu yeni ve harika bir güne uyanmak üzere uyudum. Gece boyunca
hayatımın en huzurlu uykularından birini geçirdim. Sabah kahvaltı için üst
kattaki mutfağa çıktığımda 2 yıldır görmediğim arkadaşım ile karşılaştım, dünya
ne küçük! Kahvaltımızı birlikte yaptıktan sonra ben keşfe devam ettim onlar ise
dönmek için hazırlanıyorlardı.
Günün özeti ise;
kendimize ayırmadığımız o değerli zamanlarımızı geri getiremeyeceğiz.
Yaşadığınız zamanlarda, yaptığınız işlerde, sahip olduğunuz ilişkide kendinize
yeteri kadar zaman ayırmadığınızı hissettiğiniz an hemen durum değerlendirmesi
yapın ve sonucunda kendinizi ödüllendirin. Yalnız kalmak, kendinizi tanımak
için iyi bir araçtır. Kendinizi tanımak ise hayatınızın geri kalanı için harika
ötesi iyi bir amaçtır. Tüm bu süreçlerde yalnız kalmak derken bahsettiğim şey
kimseyi yanınıza yaklaştırmayın demek değil; yalnızca sahip olduğunuz zamanın
bir kısmına yalnızca siz hakim olun demek istiyorum.
İyi bir kariyer,
iyi bir gelecek, iyi bir aile ve sahip olmak istediğiniz her ‘iyi’ şeyin
temelinde kendiniz/benliğiniz olduğunu ve tüm bu isteklerinizi
gerçekleştirirken ‘kendinizi’ tanımak ve iyileştirmek zorunda olduğunuzu sakın
ama sakın unutmayın. İyi tatiller!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder